11 Mart 2015 Çarşamba

Şiddet Üzerine

Şiddet sorun çözmek için kullanılan, karşı tarafa fiziksel ve ruhsal zarar veren bir davranış biçimidir. Hayvanlar aleminde olduğu gibi kadın, erkek ve çocuk ayrımı gözetmeksizin tüm insanlar için de geçerli olan bir durum. Yani hepimizde şiddet kullanma durumu potansiyel olarak mevcut. Ve çoğumuzda bu durumu potansiyel olmaktan çıkarmış, günlük yaşam içerisinde çeşitli seviyelerde, farklı amaçlar için kullanmışızdır. Bireysel olarak, bedenimizi, yaşamsal alanlarımızı, ailemizi korumaktan, kendi çıkar ve isteklerimiz için diğer bireylere tahakküm kurmaya, öfkemizi ve güdülerimizi tatmin etmeye kadar bir çok nedenden ötürü farklı ortam ve alanlarda maalesef yoğun bir şiddet kullanımına tanıklık ediyor, bizzat yaşıyoruz. Yaşam içerisinde insani yetilerimizle çözüm üretmedeki yetersizliğimiz, hayat karşısındaki  zayıflığımız, haksız istem ve eylemler bu şiddetin genel nedeni olarak öne çıkıyor. Daha belirleyici ve temel  bir neden olarak tüm yaşamın merkezine oturmuş olan ekonomik ilişkilerin muhteviyatını gösterebiliriz.

Bireysel ya da psikolojik olarak niteleye bileceğimiz şiddetin yanında daha büyük çapta, geniş kitleleri, grupları, kurumları en önemlisi de devleti kapsayan, sonuçları çok daha ağır olan sosyolojik bir şiddetin varlığı söz konusu. Bunun nedeni toplum, grup ve kurumların ekonomik ilişkileri ile bu ilişki içerisindeki konumlarıyla bağlantılı olan politik duruşlarıdır diyebiliriz. İlk paragrafta bahsettiğimiz bireysel şiddeti de tetikleyen en temel nedendir aynı zamanda. Karşılıklı bir nedensellik mevcut. Birey toplumu, toplum bireyi etkilerken oluşturdukları ekonomik, politik sistem ise her ikisini etkisine alıyor. Bu şekil süregelen bir döngünün önemli ve ayrılmaz bir parçası olarak şiddet yaşam bulmaya devam ediyor; farklı ortamlarda farklı şekillerde.


Erkeğin kadına, ebeveynin çocuğa, insanın doğaya; devletin halka, toplumsal grupların bir birine, halkın halka, bireyin bireye şiddeti artık kanıksanmış, adeta gelenekselmiş bir durum olarak karşımızda duruyor. Her ne kadar bu durumu lanetler görünsek de, meşrulaştırıcı ve yüceltici yaklaşımlara maalesef alet oluyor, zaman zaman bu şiddetin bir neferi olmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Ayrıca şiddetin ancak şiddetle durdurulabiliyor olması da acı bir ironiye neden oluyor. 


Mevcut durumu ve nedenleri saymak bu kadar kolayken çözüm üzerine bir şeyler söylemek bir o kadar zor görünüyor. Belki de tersten bir evrimleşmeye ihtiyacımız var; belki o elmayı yemesek ya da ağaçlardan inmeyip mağaralardan çıkmasaydık; 'ben' ve 'benim' kavramlarını icat etmeseydik başka olurdu dünyanın hali...Kim bilir?






9 Mart 2015 Pazartesi

Kadınlar Gününde Erkek Olmak

Geçtiğimiz hafta sonu '8 mart dünya emekçi kadınlar günü' ya da pazara uyarlanmış daha popüler adıyla 'kadınlar günü' idi. Bu vesileyle, "özgür dünya özgür kadınla mümkündür" gibi güzel bir söylemle bu özel günü kutlamış olayım. Bu günde böyle bir söylem, temenni ya da güzel bir söz söyleme isteği, bir çok erkeğin ihtiyaç hissettiği, kendini zorunlu gördüğü  bir duruma tekabül ediyor. Zorlayarak da olsa bir kaç söz bulmaya, yazmaya, paylaşmaya çalışıyor. İmkana göre bir çiçek, bir hediye de es geçilmiyor. Miting, yürüyüş ve basın açıklamalarında en ön safta olunmaya gayret ediliyor.

Burada bazen bir itibar meselesi, bazen bin yılların getirdiği suçluluk duygusu, bazen daha güzel bir dünya için kadın erkek eşitliğine olan inanç rol oynuyor. Her durumda bir stres ve zorlanma erkeği bekliyor. Sıkıntılı durumla karşı karşıya kalmamak için bu günü yok saymak ya da herhangi bir sebeple unutmak çok rağbet edilen seçenekler arasında bulunuyor.

Bazı erkekler tarafından ise çarpık bir bilinçaltı, insani değerlerden uzak bir anlayışla kadına nefretin kusulduğu bir gün olarak değerlendirilebiliyor. Suçluluk duygusunun saldırgan bir dışa vurumu, zayıf erkeğin dayanağı olan kadını aynı konumda tutabilme ihtiyacı, buradaki nedenler olarak sayılabilir.

Olumlu ya da olumsuz anlamda tüm erkekler için hareket yüklü bir gün. Bazılarının "allahtan, sadece bir gün," bazılarının da "bizim için her gün kadınlar günü" dediği bu günü tekrar kutluyor, erkek-kadın eşitliğinde, insani değerlerin yükselişe geçtiği daha yaşanılabilir bir dünya diliyorum.



İlgili yazı:
Bir Kadın Bir Erkek ve  Bir Bıçak
http://yazarvar.blogspot.com.tr/2015/01/bir-kadn-bir-erkek-ve-bir-bcak.html


4 Mart 2015 Çarşamba

Yaşar Kemal / Anadolu bin çiçekli bir kültür bahçesidir

Aramızdan ayrılan Yaşar Kemal ardında sonsuza dek içinde nefes alabileceğimiz, insanlığımıza ve vicdanımıza dokunabileceğimiz kelimelerden ve sözlerden bir dünya bıraktı. Onsuz olmak kötü ve üzücü de olsa aramızdan zamansız ayrılan edebiyatçı ve aydınlara göre uzun diyebileceğimiz ömründe, halklarımıza ve insanlığa bıraktığı eserleri nedeniyle mutlu olduğumuzu söyleyebiliriz.

Ben de burada kendisinin Esmer Dergisi'nde 2005 yılında yayınlanmış Anadolu'nun kültürel zenginliği ve halklar arası barış üzerine kısa bir yazısını paylaşmak istedim.

"Anadolu'da Cumhuriyet'ten çok önce bir kültürler mozaiği oluşmuştu ama bu kültürler kendi içine kapanıktı. Öyle bir kültür kaynağı ki, bir Yunus Emre'yi, bir Pir Sultan Abdal'ı, bir Karacaoğlan'ı yetiştirmiş. Dadaloğlu'nu, Nasrettin Hoca'yı, Dede Korkut'u (tek bir insan sayarsak) yetiştirmiştir.

Bizde kültür taşıyıcısı olarak Karacaoğlan, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Evdalê Zeynikê, Feqiyê Teyran var. Anadolu bin çiçekli bir kültür bahçesidir. 50 yıldır söylüyorum. Hem bin çiçeklidir hem de ender çiçeklidir. Homeros, savaşa karşı barışın destanını yazmıştır. Hem de en güzel halk diliyle yazmıştır. Onun için bizler Anadolu'nun bütün kültürünü öğrendiğimiz zaman yol almaya başlayacağız.

Şimdiye kadar Anadolu'nun bir mozaikler ülkesi olduğunu dilimin döndüğü kadarıyla anlattım. Milattan önce 3. yüzyılda Ege'de 30 kadar site vardı. Bu dönemde kaç dil konuşulduğunu tarihçiler de tam anlamıyla bilemiyorlar. En az 10 dil konuşulduğu belli Homeros, İzmir civarındaki bir sitenin insanıydı. Yeryüzünün en büyük şairidir, bir halk şairidir. Yani yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük şairi, Anadolulu. Anadolu, binlerce yıldır dünya kültürüne kaynaklık etmiş. Bu zenginliği, mozaik olmasından almış. Halklar, aralarına girenler olmazsa, bu dünyayı bir barış cennetine döndürür."


Yaşar Kemal
01 Ocak 2005
Esmer Dergisi


3 Mart 2015 Salı

Benim Dünyam (film)

Film Hakkında
Kör ve Sağır 

Bizi hayata bağlayan duyularımızdır. Doğayla iletişimimizi sağlayarak bizi hayatta tutan özelleşmiş organ ve vücut bölgelerimizin her biri tek başına, yaşamımız için büyük öneme sahiptir. Ama bunların içinde iki tanesine, sanırım hepimizin hem fikir olacağı gibi, iletişimimiz ve buna bağlı olarak hayatımızı idame etmemiz için çok daha fazla gerek duyarız. Bunlar görme ve işitme duyularımızdır. Bunlardan birinin yokluğu ya da eksikliği yaşamı bir kabusa çevirip, bu eksikliğin olumsuzluklarını aşmak için büyük bir mücadelenin gerekliliğine neden olur. Karanlığa gömülmek ya da sessizliğe mahkum olmak...

(Her ne kadar tüm organları sağlıklı olup,hayata karşı kör ve sağır olanların varlığını ayrı bir felsefik, toplumsal değerlendirmenin konusu olsa da anmadan geçmemek gerek.)

Kör olmak, karanlık bir dünyada nefes almaya mecbur bırakıp, şekillerin ve renklerin oluşturduğu muhteşem görsellikten mahrum ediyor insanı. Dünyanın renk ve ışığıyla tanışıp sonradan görme yetisini yitirenler doğuştan bu durumda olanlara göre psikolojik olarak daha zor bir süreci yaşıyorlar. Görememek bireyin hareket kabiliyetini kısıtlayarak başta ekonomik olmak üzere yaşamsal  ihtiyaçların karşılanmasında büyük zorluklara neden oluyor.

İşitme duyusunu kaybetmek, yaşamsal aktivitelerin gerçekleştirilmesinde büyük zorluklara neden olmakla birlikte asıl darbeyi bireyin diğer insanlarla olan iletişimine vuruyor. Doğuştan yada küçük yaşlarda ortaya çıkacak bu durum en önemli iletişim aracımız olan konuşma yetimizi de kullanılmaz hale getiriyor. Duyulamıyan sesler tekrarlanamıyor ve lisan öğrenilemiyor.

Bu her iki durumdan biriyle karşı karşıya kalan birey toplumun vurdum duymazlığına, devletin ilgisizliğine rağmen, zorluklar içinde olsa da yaşamını bir şekilde idame ettiriyor.

Bundan daha kötü bir durum ise, ki ben bunun nasıl bir şey olacağını hayal bile edemiyorum, bu iki duyunun da olmaması. Kör ve sağır; karanlık ve sessizlik. Bu dehşet durumun var olabileceğini geçenlerde seyrettiğim başrollerini  Uğur Yücel ve Beren Saat'in oynadığı 'Benim Dünyam' isimli sinema filmini izleyince fark ettim ve nasıl bir şey olabileceğini düşünmeye başladım, düşününce ürktüm ve böyle bir durumla karşılaşırsam yaşayabileceğimden emin olamadım. Umarım kimse böyle bir durumla karşı karşıya kalmaz.

Film hakkında ise şunları söyleyebilirim: Dram türünde olan bu filmde bebekken geçirdiği bir hastalık sonucu görme ve işitme duyularını kaybeden bir kız çocuğunun eğitilerek yaşamdan kopmaması için, ailesinin çaresizliğine karşı, bir eğitmenin büyük bir azimle mücadelesini anlatıyor. Körlüğün ve sağırlığın bir arada olmasının getirdiği zorlukları, kişinin psikolojik durumunu etkileyici bir şekilde  anlatamamış olsa da bazı farkındanlıkların oluşması için seyredilmesi gereken, Uğur Yücel ve çocuk oyuncu Melis Mutluç'un performanslarıyla öne çıktığı bir film.