Karısının onu kapı önüne koyduğu
günden bugüne on iki uzun yıl geçmişti. Kırışmış derisi,
saçsız başı, ruhsuz bedeniyle yaşlı bir adamdı şimdi.
Eve arkasını döndüğü o günü
hatırlıyordu. Nasıl unutabilirdi ki, sürekli gözünün önüne
gelen bir fotoğraf olarak beynine kazınmıştı. Bir gece vaktiydi;
şafağa yakın, soğuk bir kış gecesi. Öyle ki ayağı tökezleyip
yere düşse beş dakikada donacak kadar buz kestiren bir gece.
Rıfat'ın yerinde içkinin dibine vurmuş, yetmemiş alemci
arkadaşlarıyla sokakta, bir varil içinde yanan ateşin titrek
ışığında içmeye devam etmişti. Bu kadarı ona bile fazlaydı.
Ayakta zor durur bir halde, sallanarak geldiği evinin kapısında,
ağlamaktan kızarmış gözleri, öfkeden gerilmiş yüzüyle karısı
karşılamıştı onu. Bacası tütmeyen evin soğunda kalınca
sarınmıştı kadın. Zaman ve mekânın ona reva gördüğü
ağırlığın altında iki büklüm bedeniyle kapı eşiğinde,
biraz soğuktan biraz öfkeden titriyordu. Koca bildiği adama
katlandığı yılların soğuttuğu kalbi içeride koyun koyuna
yatan iki küçük çocuk için atıyordu sadece.